OK ULUSTAN AVRUPA VE ARAP BİRLİKLERİNİN GÖLGESİ ALTINA GİDEN BİR YOLCULUK
Gökten ok gibi yeryüzüne indiği ve burada yaşadıktan sonra tekrar ok gibi  tekrar yaratanına kavuşacağına inanan OK ulus adıyla bilinen insanların yaşadıkları yerlerde nice peygamberler gelmiş geçmiş ve bunların her zaman en yakınında bu toplum yer almıştır.
          Altı bin sene önceye ait olan kesişen iki çizgi Balkanlar, Kafkasya, Anadolu ve Batı Asya’da bu yaklaşımlarla farklı tekelci ideolojilerin kontrolüne girilmiştir.
        Hher nedense hak peygamberlere olan inancın küresel sermaye edinimlerinde gerekli görülen toplumsal bölünmelerin asırlar içerisinde aynı etnik kültürün ekonomik yaklaşımlarının cihanda sahne almasının türevleri olarak halen vardır.
        Bu insanları atalarının “o birdir” yaklaşımlı bilime konu olan insan yaklaşımıyla cihanda varlık göstermelerine ters gelişen doktrin yaklaşımlı toplumsal harekete ve terör içerisinde yaşamaya yönlendirmiştir.
          Hazardan koparak gelen, Anadolu’ya şeref veren Selçuklunun hakkı duyuran sesi bu pagan yaklaşımlı saldırıların yayılmasıyla dağılma noktasına gelindiğinde sadece Hak rızası için diyerek Anadolu’ya Türkistandan kopup gelen alperenler altı yüz yıl insanlığa destanlar yazmıştır.
        Ancak bir toplumu lime lime eden bu yaklaşımlı küresel politikalara karşı artıkm kültür zemininde varlık göstermek gerekirdi. 
        İşte bunun de zemin Türkiye cumhuriyeti olarak bütün dünya Türklüğünün ilgisi ile birlikte kurulmuş olan devlet yapısında atılmaya başlamıştır. 
        İşte bu ateş Hz. İbrahimin ana yurdunda onu yakmayan ateştir. 
        Şimdi de aynı yaklaşımla Doğu’nun Batı’nın ve Güney’in ideoloji batıllıklarına karşı da aynı yurtta sönen bir ateşten artık söz edilmelidir.
        Bunu gerçekleştiren millet kökü mazide akla hayale gelmedik entrikalarla en ciddi kurumlarına girilebilen fakat millet olma erdemini unutmadan da devlet olarak kalabilmek mümkün olabileceğini iyi bilmektedir.
          İşte bu anlamda bir ateşin söndürüldüğü Anadolu’da insanlığa verilen kutlu bir mesaj vardır. 
          Bu toplumlar, hayata cehaletle gelmiş olmanın dezavantajını değerlendiren tekelci, kazanımları belirli çevrelere herhangi bir ahlaki endişe taşımadan yönlendirenler tarafından temiz inancın ideoloji ile bulandırılması, ulus sembollerinin buna alet edilerek toplum hareketlerini kitlesel felaketlere neden olacak şekle büründürme girişimleri tarih boyunca bütün karşı doktrin temelli insani yaklaşımlı devlet oluşumlarına rağmen hayatta kalabilmişlerdir.         
        Öyle bir dünyada yaşanmaktadır ki burada insanlar yaratılmışın hukukunu üretilmişle yer değiştirerek daha üstün olarak değerlendirmiştir. 
        Bunun başlıca nedenleri kişilerden toplumlara toplumlardan küreselleşmesine varıncaya kadar geçirdiği kültür ve siyasi safhalarının gerektirdiği titizlikle araştırılması gerekir. 
        Bu nedenle üç dinin ortak değeri olan, insanın güney ve doğudaki insan üretimi olan nesnelere karşı yaratan ile aracı olmaları için iltizam edilmesine karşı başlatılmış olan tarihi ve toplumsal mücadelenin bütün karşılaşmış olduğu engelleri ve bu engellerin millet ve değerlerini tekelleştirmek için neler yapmış olabildiğinin belirlenmesi gerekmiştir.
        Bu gereklilik peygamberin mücadele metodunda da vardır.
          Butlanın küresel oluşumu emperyalizme karşı milli toparlanış ancak Hz. Muhammet’in Mekke’de Türk milletinin Anadolu’ya topladığı değerlerle verdiği İstiklal savaşının başından sonuna nasıl geliştiğinin yeni bir değerlendirmesi yapılması ile mümkündür. Bunun için İstiklal savaşından sonra Asya Türklüğünün kültür birikimi ile kurulmuş olan ve batının bütün kültür kirliliğini arındırmayı amaçlayan değerlerin de aydınlanması gerekmiştir. 
        Dil, inanç ve geleneklerin bölgenin farklı etnik kültür unsurlarından etkilenmesi karşısında bu anlamda bilim merkezli devlet anlayışının cumhuriyetle dünyaya ilan edilmiş olması insanlık için anlamlı bir kazanımdır.
          Bu sosyal olayların nerelerde söz konusu olmuş ise oralardan incelemek üzere belirlenmesi ve onun insanlığa verdiği zarara dur denilmesine eğitim ve kültür açısından olanak sağlamak gerekir.
          Bilinmeye tarihin açıklanamayış nedenler de bunun için önemlidir. 
            Bir dünyada ki dudaklar arasından süzülerek kuşaktan kuşağa Anadolu’nun efsanesi okur. 
            Onun efsanesi bir yaratandan gelen bütün varlığın dayanağı olan hukuka saygı amaçlı ordu ve millet varlığının dünya tarihinde bıraktığı izlerin sürülmesidir. 
            Asırlar boyunca milyonlarca can bu uğurda verilir.
              Bu insanların hangi yaklaşımlarla candan geçebildiğinin tarih derinlerinde bıraktığı izlerin bugünkü karşılaşılan bütün olayların felsefi değerlendirmesinde belirleyici yaklaşımlarla ifade şekil bulunur.
                Bu hatıranın bilinmesi için çaba sarf edilmesi kuşkusuz, “Türk gençliği ecdadını öğrendikçe daha büyük işler yapma gücünü bulacaktır.” Diyen Atatürk’ün de Türk gençliğine verdiği bir görevdir.
                Bu izler sürüldükçe ilk insandan gelen kültür, insanlığın atası olması dolayısıyla yaratılmışla duygusal bağının geçerli olacak dünya düzeni için ne kadar gerekli olduğu ve bu anlamda çağ ilerledikçe gerçekleşen inkılaplarla insanlık kazanımlarının hangi felsefi derinliklerin tarihi belirlendiği öğrenilmiş olur.
                Dört bin yıldan beri dünyanın doğusundan, güneyine kuzeyinden batısına, bir insanlık anlayışı olmayan ancak insan sanatının onun yerine koyulduğu ardında kazanmak hırsıyla güç devşirilmesi yaklaşımlı ve bununla birlikte bir farklı dünya görüşünün cihanı istilasıyla karşılaşılır.
              Yaratanın yerini almak veya varisi olmak iddiası, üretimi olan insan doğasındaki yaratıcı asıl gücün gerçekliğini tanımayan küresel istilalar binlerce yıl geçerken her dönem farklı ideolojiye dönüşür. 
              Bir toplumun sahip olduğu semboller ideolojilere malzeme edilir.
              İnsanlar bununla birlikte esir edildiği ideolojilerden artık çok daha zor kurtulur.
            Kökü mazide bulunan, ona ve birliğine bağlı gelişen bilim ve uygarlık onun çocukları anlayışında varlığından söz edilebilen bir batıl din anlayışının o toplumlarda egemen olmasına seyirci kalınması söz konusu olur.
              Bunun da iyileştirilmesi anlamında bir haklı inancın sadece sözü edilebilir fakat insanlık adına sunulan çabalar maalesef ötekileşen toplumsal ilişkilerle yetersiz kalır.
              Bununla birlikte asrın gerçekleri çoğunluk toplumsal karalamalara maruz kalır. 
            Onların dünyada gerçekleştirdikleri karşısında hatırlanması gereken Peygamberin “Yarabbi kavmim cahildir.” Sözü kalır. Ancak bu gidişe karşılık insan iradesi  vicdan ve insaf sahiplerine bu gidişi durdurmak ve insani kazanımların kaybedilmesine karşı bir şeyler yapılmasını emreder.        TÜRKİYE, AVRUPA VE ARAP BİRLİKLERİ GÖLGESİNDE MİKALACAK?

Dikkat!

Yorum yapabilmek için üye girşi yapmanız gerekmektedir. Üye değilseniz hemen üye olun.

Üye Girişi Üye Ol



Günebakış Trabzon Haber