Ey “Ayet bizden bahsetmiyor” diye arkalarına bakanlar…  

                    Ey yoksulla aynı mahallede olmamak için semt değiştirenler…  

                    Ey “V.I.P. umre ziyareti… Kâbe ayağınızın altında!” diye küstahça ilanlar verenler…  

                    Ey Kâbe’ye (Velid bin Muğire gibi) 120 kilo altın işlemeli örtü asanlar…  

                    Ey eşitlik ritüelinden (tavaf) çıkar çıkmaz kral dairelerinde konaklayanlar… 

                    Ey kaşânelere, villalara, burjlara taşınıp kendilerine halktan ayrı muamele (sahife) isteyenler…  

                    Ey eşeğin verdiği ot, işçisine verdiği asgari ücretten daha fazla tutan patronlar…  

                    Ey yanında 20 yıldır çalışan işçisi hala kirada otururken, kendisi katlar, yatlar, apartmanlar sahibi olanlar…  

                    Ey fabrikasına bir taraftan mescit açarak, diğer taraftan iftar ve sahur yemekleri vererek işçileri afyonlayan, öte yandan da “İslam’da grev yoktur, sendika caiz değildir” diye kitap bastırıp dağıtanlar…  

                    Ey bu türden kitapları yazan alim taslakları, her biri “zengin soytarısı” haline gelmiş fetva vezneleri…  

                   Ey asgari ücretin kaç lira olduğunu bile bilmeyen “Allah’ın velileri!”  

                   Ey Nuh’a dedikleri gibi “ekâbirân” (büyükler/zenginler) “erâzil” (ayak takımı/yoksullar) ile aynı yerde olamaz, onları yanından kov diyenler…  

                   Ey halkla aynı şeye muhatap olmayı, onların oturduğu yerde oturmayı, onların yediğini yemeyi, giydiğini giymeyi kibirlerine yediremeyenler… 

                  Ey kitabın bilgisine sahip olmayı zenginleşme, sınıflaşma, hiyerarşi ve hegemonya aracı haline getirerek “din mesleği” icra edenler…  

                  Ey yıllardır Velid bin Muğire gibi hacılara su dağıtanlar… Kabe’nin örtüsünü değiştirip duranlar … Ebu Cehil gibi salât edenler, 40/1 yeter diyenler, abdestsiz yere basmayanlar…  

                  Ey TV’lerde 1 saat tadil-i erkân (abdest ve namazın kuralları) anlatıp mazmaza (suyu ağızda çalkalama), istinşak (burna su verme) anlatılarıyla, aynlar ğaynlar patlatanlar: “Vay o namaz kılanların haline” ayetine nasıl muhatap olmayacağımızı anlatırken tek kelime “yetimi koruma” ve “yoksulu doyurmaya teşvik”ten bahsetmeksizin, dilimizin yanını azı dişlerimize bastırıp yayarak nasıl “azîîîm” çıkaracağımızı kameranın zoomlamasıyla ağzını aça aça göstererek Mâun suresi tefsiri yaptığını sananlar…  

                   Ey  Kur’an’ın “ıcığını cıcığını” çıkardığı yani tartışılmadık hiçbir konusunu bırakmadığı halde iş “mülk” konusuna gelince “gözleriyle devirecek gibi bakanlar”…  

                  Ey “Asgari ücretle işçi çalıştıranın kıldığı namaz boştur” sözünü duyunca “aslandan kaçan ürkmüş yaban eşekleri” gibi kaçanlar, daha da semtime uğramayanlar...  

                   Ey din ile uğraşmak kendisine entelektüel gevezelik, akademik geveleme, dinci lakırdı, imtiyaz, kariyer, rütbe, titr, makam, mal, para, iktidar, hiyerarşi, cemaat, vakıf getirdiği halde, bir türlü en-Nâs’a dönme; sokaktaki yangını görme, kum tepelerinden inip kumlara karışma, paylaşma, bölüşme, kardeşlik, sevgi ve merhamet getirmeyenler… 

                   Ey ruhsuz ve heyecansız kuru kuruya yatıp kalkanlar, şaklabanlıklar, iki yüzlülükler, yalanlar ve birçok mübtezel merasimlerle oyalanıp duranlar… 

                  Ey “Bana özel sahife” veya “Allah’ın seçkin kulu” kaşınmasıyla, korunaklı evlerde oturanlar, korumalarla dolaşanlar, ellerini öptürenler, eteklerini yalatanlar, cahil ve fakat samimi dindarları kendilerine kıyam, kıraat, rükû ve secde ettirenler… 

                 Ey “Allah Allah” nidaları ile hamile kızın bebeğini düşürenler…  

                Ey “Bu çocuk hangi suçundan öldürüldü?” diye sorulduğunda vereceği bir cevabı olmayanlar…  

                Ey dini “muktedir sopası” olarak kullananlar…  

                Velhasıl ey bütün o dini “zengin eğlencesi” haline getirenler… 

 Sizin Kitaptaki adınız işte budur: “Kitap yüklü eşekler."  Alıntı 

                 Sosyal basından bana ulaşan bu alıntıyı, herkes kendi nefsinde sorgulasın. 

                  “Biz bunların neresindeyiz, hangisine benziyoruz” diye sorsun, hep beraber soralım. 

                  Sadece dindarlar, dindar olduğunu sananlar ve din simsarları değil, bütün kesimler için aynı şeyler geçerli. 

                   Dine mesafeli duranlar, deist ve ateistler, laik seküler ve liberal takılanlar, demokrasi havarisi kesilenler…. 

                    Hiç birbirimizden farkımız yok. 

                    Bozuk düzenin, bozuk dünya sisteminin, küresel rejimin bozuk imalatlarıyız biz! 

                    Defoluyuz. 

                    Başta kendi nefsim olmak üzere, hepimizde az veya çok defo var. 

                     Bazımızda yüz de yüze yakın, çok azımızda da en az yüzde on ya da yirmi defo var.  

                     Zira defolu sistemin ürünleriyiz! 

                     Kahir ekseriyetimiz kitap yüklü eşekleriz biz. 

                     En başta kendi nefsim tabi ki. 

Dikkat!

Yorum yapabilmek için üye girşi yapmanız gerekmektedir. Üye değilseniz hemen üye olun.

Üye Girişi Üye Ol



Günebakış Trabzon Haber