Stanford’da Gözetmensiz Sınavlar, Bizde Gözetmenli Hayat !
Ahlakın Kimyasıyla Yüzleşmek Zorundayız!
Geçen gün Prof. Dr. Necati Cemaloğlu’nun yazısı önüme düştü. “Dünya Gözüme Kaçtı” başlığı altında, Amerika’nın meşhur Stanford Üniversitesi’nde sınavlarda gözetmen olmadığını, öğrencilerin kendi aralarında soruları dağıtıp, en son kalan kişinin kâğıtları hocaya ilettiğini anlatıyor. Kopya çekenin ise, “Ben seninle aynı Stanford diplomasını taşımak istemiyorum!” diyen arkadaşlarınca dışlandığını, böyle birinin üniversiteden atıldığını söylüyor. Ve sonra, klasik o acı karşılaştırmayı yapıyor: Bizde 2 gözetmen, 40 öğrenciyi zor zaptediyor, çoğu zaman topluca kopya çekiliyor, sonra o kopya çekenler ülkenin öğretmeni, mühendisi, hemşiresi oluyor.
İşte burada, asıl tokadı suratımıza yiyoruz!
Batı’da Ahlak, Doğu’da Kurnazlık – Yüzleşmekten Korkar Mıyız?
Bakın, Batılıyı övmek, Doğuluya sövmek kolay bir polemik malzemesi değildir aslında. Ama burada, gözle görünen gerçeği inkâr edip “Ama bizim gönlümüz zengin!” diye avutmanın anlamı yok. Stanford’daki o sınav sistemi, Batı’da ahlaki içselleştirmenin, yani gözetmensiz de doğruyu yapabilmenin örneği.
Bizde ise ahlak, gözetmene ve cezaya bakıyor. Yani, “Yakalanmazsam suç değildir” mantığı. Bunu kabul etmek zorundayız.
Amerika’da, Avrupa’da insanlar mükemmel mi? Elbette hayır. Ama orada, özellikle belli bir eğitim seviyesine gelmiş insanlarda, “seninle aynı diplomayı taşımak istemiyorum” diyebilecek bir toplumsal vicdan var.
Bizde ise toplu kopyayı “dayanışma”, kopya çekmeyeni ise “jurnalciliğe” yakın gören tuhaf bir kültür hâkim. Kopya çekmeden mezun olanı saf, sistemin kurallarını uygulayanı “hain” gören bir toplumsal yapıdan bahsediyoruz.
Din Ahlak Getirir mi? Getirmiyor!
Müslümanlık ile Vicdan Arasında Uçurum
Şimdi gelelim acı gerçeğe:
Batı’daki çoğu insan, dinle arası mesafeli olmasına rağmen, içselleştirilmiş bir ahlaka sahip. Bizde ise, “Elhamdülillah Müslümanım” demekle ahlaklı olunmuyor, aksine, sürekli gözetmen arayan, yasak delme yarışına giren bir Müslümanlık yaşanıyor.
Demek ki mesele, dinin lafzı veya kimlik kartındaki “İslam” ibaresi değil, içselleştirme meselesi.
Amerikalı, Hristiyan olsa bile ya da Allah’a inanmasa bile, “görünmeyen gözetmen” olan vicdanı sayesinde, toplumun ortak değerlerine ihanet etmiyor.
Burada şu gerçeği itiraf etmeliyiz: “Biz, İslam ahlakını içselleştiremedik.”
Kendi çocuklarımızı, gözetmen olmadan sınava sokamıyoruz. Sadece sınavda mı? Trafikte, iş yerinde, devlette, her yerde gözetmen arıyoruz. Kamera yoksa, polis yoksa, öğretmen arkasını döndüyse… Orada “ahlak” da, “iman” da buharlaşıyor.
Kopya ile Diploma, Kopya ile Hayat ve Yıkılan Düzen
Kopya çekerek öğretmen olan birinin, senin çocuğunu eğitmesini ister misin?
Kopya ile mühendis olanın yaptığı binada oturmak ister misin? Kopya ile hemşire olup hastanede çalışan birinin eline sağlığını teslim eder misin?
Ama biz, bunları normalleştirdik. Üstelik, kopya çekenin “akıllı”, kopya çekmeyenin “enayi” sayıldığı bir toplumda yaşıyoruz.
Sonra ne oluyor? Depremde binalarımız yıkılıyor, eğitimde dünya sıralamalarında dibe vuruyoruz, adalet sistemimiz çökmüş durumda. “Niye böyle olduk?” diye hayıflanıyoruz.
Cevabı çok basit:
Çünkü gözetmen olmadan ahlakı, gözetmen olmadan adaleti, gözetmen olmadan “gerçek Müslümanlığı” öğrenemedik.
Stanford’da “Arkadaş Baskısı”, Bizde “Dayanışmalı Kopya”
Amerika’da biri kopya çekmeye kalkınca, diğer öğrenciler onu dışlıyor.
Neden? Çünkü orada “ortak markaya” zarar verdiğinin, diplomanın değerini düşürdüğünün bilincindeler. Yani, “Seninle aynı Stanford diplomasını taşımak istemiyorum!” diyorlar.
Bizde ise tam tersi: Kopya çekmeyenler “arkadaşını satıyor” damgası yiyor, kopya yapanlar arasında “sırt sırta” dayanışma var. Hem de İslam’ın “emanete riayet” emri, “kul hakkı” uyarısı, “ahlak” vurgusu her gün dillerde dolaşırken!
Bizdeki bu çürümüşlüğü kabul etmeden, “Biz Müslümanız, Batı çürümüş” demenin anlamı yok. Batı’daki Hristiyan/ateist, belki Allah’tan korkmuyor ama toplumdan utanıyor, markasına ihanet etmiyor.
Biz, Allah’tan korktuğumuzu iddia etsek te, toplumun marka değerini, kul hakkını, diplomanın itibarını umursamıyoruz.
Keşke Batılılar Müslüman Olsa…
Belki biz de Yeniden Müslüman Olmayı Onlardan Öğrenirdik!
Bazen içimden diyorum ki: Keşke Amerikalılar, Avrupalılar Müslüman olsa!
Çünkü onlar, “görünmeyen gözetmeni” içselleştirmiş. Bir de Allah’a gerçek anlamda iman etseler, belki İslam’ı bizden daha doğru yaşarlardı. Belki biz de onları örnek alarak, “ahlakı”, “kul hakkını”, “emaneti” yeniden öğrenirdik.
Ama şu anki halimizle, İslam’ın ne adaletini, ne ahlakını, ne de kul hakkı hassasiyetini taşıyoruz.
Kimse kimseyi kandırmasın. Ahlak Gözetmensizken Belli Olur!
İman, Kimlik Kartındaki “İslam” Değil, Gözetmensiz Doğruyu Yapabilmektir!
Son sözüm şu: Ahlak, gözetmen varken değil, gözetmensizken belli olur.
Stanford’daki o sistem, Batı’da ahlakın içselleştiğinin göstergesidir. Bizde ise, gözetmen ortadan kalkınca, sistem çöker; ahlak da, adalet de, güven de yok olur.
Eğer Müslümanlık, Allah’ın her an gözetimi altında olduğuna inanmaksa, bizim Müslümanlığımız niye gözetmensiz beş para etmiyor?
Cevap net: Çünkü biz “görünmeyen gözetmeni”, yani Allah’ı, sadece lafta kabul ettik, hayatta değil. Batılı ise, Allah’a inanmasa bile, topluma, ortak markaya, kendi içsel vicdanına ihanet etmiyor.
O yüzden diyorum ki: Ey Müslüman toplum!
Sana asıl lazım olan, gözetmensiz kaldığında da doğruyu yapacak ahlakı inşa etmektir. Yoksa, gözetmenli sınavlarla, gözetmenli hayatlarla, gözetmenli dindarlıkla sadece kendini kandırırsın.
Ve sonunda, kopya çekerek aldığın diplomanın bedelini, yıkılan binalarda, çöken sistemde, çürüyen toplumda hem bu dünyada hem de ahirette ödersin. (Gökhan Dihkan’dan iktibas)