Hepimiz bu dünyada daha mutlu ve daha sağlıklı bir hayat yaşamak isteriz. 

Mutlu olmak için başta aile bireylerimiz olmak üzere iletişim halinde bulunduğumuz veya bulunmak zorunda olduğumuz insanlarla iyi ilişkiler içinde olmamız en öncelikli şarttır. 

İkinci şart ise işimizin gücümüzün olması ve kazancımızın bizi kimseye muhtaç bırakmayacak bir düzeyde olması gerekir.  

Bu iki şarttan birincisi bizim kültürümüz ve eğitim düzeylerimizin benzeşmesi ile mümkün olabilir.  

İkinci şart ise vatandaşı bulunduğumuz devletin uyguladığı sosyal ve ekonomik politikaların doğrudan etkilediği yani bizim tek başımıza üstesinden gelemeyeceğimiz bir şarttır.  

İşiniz yoksa çalışamazsınız, işiniz var çalışıyorsanız devletin ücretlendirme uygulamaları adil değilse hak ettiğiniz gelire sahip olamazsınız.  

Gerek bireysel ve gerekse toplumsal gayretlerimizle bizi mutlu edecek şartları sağlayabiliriz.  

Tek bir şart var ki o da her bireyin kendi hak ve menfaatlerini bilmesi ve onların gereğini yerine getirmesidir.  

Üretimden gelirin çoğunu alıp mutlu olacağını sananlar, mutsuz ve kaybedecek bir şeyi olmayanların tehdidi altındadırlar. Bu sınıf kaybedecek bir şeyi olmayan fakir sınıfın kendilerine yönelecek muhtemel tehditlerden gene devletin güvenlik güçlerinden faydalanarak korunmaktadır.  

Gerek lokal ve gerekse evrensel boyutta dünyanın hakimiyetini elinde bulunduran insanoğlu, dünya nimetlerini ve dolayısıyla adaleti eşit bir şekilde dağıtmayı başarabilse ne savaşmak için ve ne de mutsuz olmak için haklı bir gerekçe kalır mı hiç.  

Buradan da anlıyoruz ki, bunca teknolojiyi üretip uzayda yıldızlarda hayat arayan insanoğlu dünya barışını sağlayacak bir insanlık modeli geliştirmeyi başaramamıştır.  

İnsanlık,  bilinen tarihi boyunca sürekli birbirleri ile savaşmışlar. Güçsüzler güçlülerin daha rahat yaşamaları için bu savaşlarda canlarını seve seve vermişler. Tabii ki bu kararı onlara sormak lazım lazım seve seve mi yoksa (ss) kuralına göre mi bilmiyoruz.  

Gerçek olan bir durum var ki güçsüzler var olan güçlerini de güçlülerin refah ve mutluluğu için harcamışlar veya harcamak zorunda bırakılmışlardır.   

Ahlak ve maneviyat güçsüzleri zor kullanmadan ikna etmek için en güçlü bir silah olarak kullanılmıştır. Ahlak ve maneviyat ile ikna olmayanların sopası devletin meri kanunları olmuştur.  

Burada kastım ahlak ve maneviyatı suçlamak değildir. Sözüm ahlak ve maneviyatı bireysel veya sınıfsal çıkarları için kullanan sözde saygın kimseler içindir.  

Dünya nimetleri, dünya üzerinde yaşayan tüm canlıların rahatlıkla hayatlarını sürdürmeleri için yeterli miktardadır.  

Acaba neden adil bir bölüşümü bir türlü sağlayamıyoruz? 

Bu soruya cevap verecek o kadar çok insan vardır ki hemen hemen tümünün cevabı aynı noktaya çıkar.  

Buradan anlaşılıyor ki, cevabı bilinen bir sorunun çözümü bilinmiyor.  

Çözümü gerçek manada bilenlerin olduğu gibi bildiğini sananların da olduğu aşikârdır.  

Bana sorarsanız bütün dünya dâhil hiçbir yerde sağlıklı bir toplumsal örgütlenme yoktur. Olmasına da dolaylı yollardan engel olunmaktadır.  

Demokrasi denilen rejimlerin dümenleri hiçbir zaman zalimlerin elinden mazlumların eline geçmedi.  

Demokrasi öyle bir rejimdir ki, mazlumları, onların da rejimi yönetme şanslarının olduğuna inandırır fakat asla yönetme yetkisini ellerine vermez.  

Yani sizin anlayacağınız bir çeşit illüzyondur (yanılsama) bu demokrasi söylemi.  

Demokrasinin tanımına uyan bir uygulaması dünyada mevcut değildir. 

Hele bu temsili demokrasi dedikleri seçilmişler yoluyla kullanılan halk iradesi büsbütün büyük bir safsatadır.  

Ölüm döşeğindeki bir hastayı şifa bulacağına inandırmak gibi bir ucube. Çaresiz bir insan neye inanmaz ki.  

Demokrasi rejimleri ile yönetilen ülkelerin halkları da seçtikleri temsilcilerin kendilerine mutluluk devşireceğine inandırılmışlardır.  

Halkın cebindeki parayı görev yapıyorum diye alıp zevki sefa içinde yemek dışında seçilmişlerin yaptığı bir iyilik var mı, yok.  

Seçilmiş kişilere verilen paraların yarısına ve hatta dörtte birine aynı işi yapamaya talip gönüllüler yok mu ki o kadar paraları kendilerine veriyoruz.  

Söylenecek çok söz var ama ağır derecede narkoz almış toplumların uykudan uyanması, belli ki daha çok uzun yıllar alacaktır.  

01.04.2023 M.Sadullah SAĞLAM 

Dikkat!

Yorum yapabilmek için üye girşi yapmanız gerekmektedir. Üye değilseniz hemen üye olun.

Üye Girişi Üye Ol



Günebakış Trabzon Haber