İsrail Dostluğu Pazara Kadardır
“İsrail dostluğu pazara kadardır” ifadesi, Türkçedeki “dostluk pazara kadar” deyiminin güncellenmiş, ironik versiyonudur. Bu söz, İsrail’le kurulan ilişkilerin samimiyetten uzak, tamamen çıkar temelli ve geçici olduğunu vurgular. Türkiye başta olmak üzere birçok ülke, İsrail’le ilişkilerinde dostluktan çok pragmatik ve çıkar odaklı çizgi izlenmesi dostluktan ziyade taktiksel, geçici ittifakların varlığını ortaya koymaktadır. Küresel güçler ise kalıcı dostluklara değil, hegemonik stratejilere ve siyasi-ekonomik nüfuza odaklanır. “Ortaklık” kavramı çoğu zaman yayılmacı politikaların üzerini örten maskeden ibarettir.
Bölgesel Gerilimler ve Küresel Çatışmalar
Yunanistan’ın Ege’deki askeri tahkimatı ve Türkiye kara sularına yönelik ihlaller, bölgesel gerilimi artırırken, Ukrayna savaşı küresel güç dengelerini etkileyerek yeni çatışma alanlarının oluşmasına zemin hazırlamıştır. Bu gelişmeler, bölgesel ve küresel güçlerin çıkar çatışmalarının birbirine bağlı olduğunu gösterir ve Ortadoğu’daki hegemonya mücadelesinin farklı cephelerini oluşturur.
İsrail’in Yayılmacı Politikaları ve Bölgesel Hedefleri
İsrail, “Birleşik İsrail Devletleri” projesinin taşıyıcısı olarak, çevresindeki ülkeleri kendi çıkar ağına dahil etmeyi ve Ortadoğu’da mutlak söz sahibi olmayı hedeflemektedir. Bu hedef, sadece askeri değil, siyasi ve ideolojik yeniden yapılanmayı da beraberinde getirir. İsrail’in bölgesel yayılmacılığı, küresel projelerin merkezinde yer alarak, bölge ülkelerinin bağımsızlıklarını tehdit etmektedir.
İran’a Yönelik Saldırılar ve Rusya-İran İş Birliği
İsrail’in İran’a yönelik nokta atışlı suikastları, psikolojik ve ideolojik diz çöktürme stratejisidir. İran’ın nükleer tesisleri, bilim insanları ve askeri yetkilileri sistematik olarak hedef alınmaktadır. Buna karşılık, İran ile Rusya arasında gelişen savunma iş birliği, S-400 hava savunma sistemleri, insansız hava araçları ve mühendislik projeleri gibi alanlarda yeni güvenlik ekseni oluşturmaktadır. Bu iş birliği, bölgesel dengeleri yeniden şekillendirirken, küresel güçlerin yayılmacı politikalarına karşı direnç hattı oluşturmaktadır.
Küresel Tükeniş ve Türkiye’nin Stratejik Önemi
Batılı güçlerin bitmek bilmeyen enerji, gıda, su, dijital altyapı ve silah talebi, insanlığı ve doğayı sömürerek küresel çöküşe yol açmaktadır. Ukrayna’da istedikleri sonucu elde edemeyen güçler, yeni savaş alanları yaratmaya yönelmiştir. Silah endüstrisi, Batı’nın ekonomik devamlılığının temel direğidir. Bugün hedef İran’dır; ancak yarın Türkiye benzer saldırı dalgasının hedefi olabilir. Bu nedenle Türkiye, İran, Rusya ve Pakistan gibi ülkelerle savunma ve teknoloji iş birliklerini güçlendirmelidir. Mesele sadece stratejik tesislerin korunması değil; bağımsızlık, toprak bütünlüğü ve milli onurun muhafazasıdır.
İstihbarat Zaafı ve Aidiyetsiz Kadrolar
İran’da ortaya çıkan ve İsrail’e çalışan istihbarat başkanının ifşası, tüm devletlere önemli ders olmalıdır. Devlet içinde aidiyet duygusundan yoksun kadroların kritik görevlerde bulunması, içeriden çöküşü beraberinde getirir. Türkiye de benzer tehlikeyle karşı karşıyadır. Devlet kurumlarında görev alan, ancak ideolojik kimliği, sadakati ve bağlılığı sorgulanmamış kişilerin varlığı ciddi güvenlik açığıdır. İsrail’e savaşmaya giden ya da kamu kurumlarında Türkiye aleyhine çalışan kişiler kimlerdir? Kimlerin himayesinde görev yapmaktadırlar? Devlet yönetimi, ideolojik sağlamlık temelinde yeniden inşa edilmelidir. Bu, milletin ve devletin varlığını esas alan sadakat anlayışını gerektirir.
Batı’nın Çifte Standardı ve Yasaklanmış Gerçekler
Avrupa’da birçok ülkede İsrail karşıtı görüş bildiren devlet görevlileri ya da akademisyenler hakkında disiplin soruşturmaları başlatılmaktadır. Batı’nın “ifade özgürlüğü” anlayışı, İsrail söz konusu olduğunda otosansür ve baskıya dönüşmesi, özgürlük söyleminin kimin lehine işlediğini açıkça ortaya koymaktadır.
Uyanmayan Ümmet, Dağıtılan Coğrafya
Küresel yayılmacılık sadece askeri değil, kültürel ve ideolojik kuşatmayla yürütülmektedir. İnanç, gelenek ve tarih gibi toplumu ayakta tutan tüm değerler hedef alınmakta; bu değerlere sahip halklar ya asimile edilmekte ya da köleleştirilerek sömürülmektedir. Bu sistemde yaşama hakkı yalnızca itaat edenlere tanınır. İsrail merkezli yeni küresel proje, İtalya’dan başlayarak Balkanlar, Kuzey Afrika ve Ortadoğu’yu içine alan dev “Birleşik İsrail Devletleri” tahayyülünü barındırmaktadır. Bu imparatorluk tasarımı, sadece coğrafi değil, zihinsel işgale de yöneliktir.
Ne yazık ki İslam coğrafyasının büyük bölümü projeye karşı tepkisizdir; tıpkı ameliyat masasında baygın yatan hasta gibi. Arap yarımadasındaki birçok yönetici ise İngiltere’nin çizdiği kukla sınırlar ve kukla krallıklarla, ümmetin değil Batı’nın çıkarlarını savunmaktadır. Kendi aklıyla hareket edemeyen, halkına değil Batı’ya sadakat gösteren tüm yapılar, düşmana korku salmak yerine ümmeti acziyet içinde bırakmaktadır.
Sonuç: Dost Kim, Düşman Kim?
Türkiye, devlet kadrolarını yalnızca liyakatle değil, aynı zamanda aidiyet esasına göre şekillendirmek zorundadır. Kimliksiz, köksüz ve sadakatsiz bireylerin makamlarda yer alması, ülkeye en büyük zararı verecek kırılma noktasıdır.
Soru şudur: Kim kime hizmet ediyor?
Bu soruya verilecek net cevaplar, Türkiye’nin geleceğini belirleyecektir. İsrail dostluğu pazara kadardır. Ondan sonrası, milletin ferasetine ve devlet aklının dirayetine bağlıdır.
Mustafa ŞENTÜRK