ABD ve bazı küresel güçlerin zayıfladığı bu dönemde, Amerika Birleşik Devletleri kendi politikalarının çıkmazında adeta bir bataklığa sürüklenmektedir. Ekonomik olarak iflas bayrağını çekmeye başlayan ABD ile birlikte, NATO ve Avrupa Birliği gibi oluşumların da uzun vadede benzer akıbeti yaşaması kaçınılmaz görünmektedir.
ABD'nin mevcut sisteminden memnun olmayan bazı eyaletlerin bağımsızlık ilan etme hazırlığı içinde olduğu dillendirilmeye başlanmıştır. Sessiz ve derinden faaliyet yürüten İngiltere ise ABD'nin çöküşünden doğacak boşluğu fırsata çevirerek yeniden küresel liderlik iddiasında bulunma peşindedir.
Küresel sermayeyi yöneten güçler, kendi stratejik hedeflerine ulaştıktan sonra, uzun yıllardır Batı'nın "zorlayıcı gücü" olarak kullanılan ABD’yi tasfiye etme planlarını hızlandırmışlardır.
İsrail üzerinden İran’a karşı baskı kuran küresel güçlerin, Tel Aviv yönetimi aracılığıyla bölgeyi provoke etmeye çalıştığı açıktır. Netanyahu'nun İran’a karşı saldırı planları, küresel dengeleri daha da kızıştırmakta, bölgeyi yeni bir savaş riskiyle karşı karşıya bırakmaktadır.
ABD ya savaş açacaktır veya barış yoluna gidecektir.
ABD ilk yapacağı ise İran'ın stratejik nükleer tesislerini vuracağı kesindir.
Sonra barış yoluna giderek büyük savaşı erteleyecektir.
ABD istediği zorunlu yaptırımların başında nükleer tesislerin nükleer yakıtı kullanacak uranyum ve toryum yüzde 3.5 saflık seviyesinde madenleri ABD menşeli olma zorunluluğu zenginleştirme oranı nükleer silah eşiğini geçmeme zorunluluğu olduğu şartı taşıyor.
Rusya, Japonya, cin gibi ülkeleri kapsıyor
ABD İran'a uyguladığı silah ambargosunu kaldırabileceği kesindir.
ABD can çekilirken İran'ın silah almasını istiyor.
Trump, İran’la ilgili karar aşamasına gelmişken, iki seçenekten biriyle yüzleşmek zorundadır: ya barışçıl bir çözüm yoluna gidecek ya da askeri çatışma sürecine girilecektir. Eğer barış yolu seçilirse, İran’a yönelik ambargoların kaldırılması ve İran’ın nükleer enerji üretimi için ihtiyaç duyduğu uranyum ve toryumu ABD'den temin etmesi gündeme gelebilir.
ABD, dünya genelinde ülkeleri kendi nükleer enerji kaynaklarını kullanmaktan alıkoymakta; uranyum ve toryumu yalnızca kendisinden temin etmeleri yönünde baskı kurmaktadır. Böylece, enerji, sanayi, teknoloji ve savunma sanayi gibi kritik alanlarda ülkeleri kendine bağımlı hâle getirmeyi hedeflemektedir.
Trump döneminde sergilenen liderlik anlayışı, dünya kamuoyunda meşruiyetini yitirmiş; mafyavari yöntemlerle yürütülmeye çalışılan dış politika, gerçek anlamda bir liderliğin ne kadar uzağında olunduğunu göstermiştir. Dünya liderliği, kıtalar arası ülkeleri tarafsız ve adil bir şekilde temsil etmeyi; eşit mesafede durmayı gerektirir.
İran’a karşı savaş hazırlığında olduğu iddia edilen ABD donanması yola çıkarken, İran'ın beklenmedik bir "karşılama" ile bu hamleye karşılık vereceği ihtimali yüksek görülmektedir. Ortadoğu'da Trump’a karşı oluşan öfke birikimi, bazı ülkelerde olası suikast girişimlerini dahi gündeme getirmektedir. İran, Pakistan, Çin, Kuzey Kore ve Rusya gibi ülkelerin bu konuda ortak bir strateji geliştirdiği iddiaları, karşılıklı bir "intikam alma kararlılığı" olarak yorumlanmaktadır.
Güçlü devletler, geçmişte emperyalist politikalarıyla birçok coğrafyada tahribata neden olan ABD ve İngiltere gibi ülkeleri artık tarih sahnesinden silmeyi hedefleyen stratejiler geliştirmektedir. İran’a olan destek bu stratejilerin merkezinde yer almaktadır.
Ortadoğu'da çıkacak bir savaşın, İran merkezli olarak başlayıp Çin ve Rusya'nın da dâhil olduğu geniş bir cepheye yayılması; ABD'nin bu coğrafyada ağır bir mağlubiyet almasıyla sonuçlanabilir. Bu durum, dünyanın yeni bir düzene evrilmesini sağlayacak, bu düzenin merkezinde de Türkiye’nin olması kuvvetle muhtemeldir.
Küresel güçlerin etkinliğini yitirmesiyle yeni bir denge oluşacak; bu yeni yapı, özellikle Türk devletlerinin yer aldığı coğrafyada güçlü bir stratejik yol haritası gerektirecektir. Çin ve Rusya, bu süreçte Türkiye'nin desteğini yanlarına alırken, ABD geç de olsa Türkiye’nin belirleyici gücünü fark ederek Cumhurbaşkanı’na yönelmeye başlamıştır.
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin mevcut yapısının artık işlevsiz hâle gelmesiyle birlikte, Türkiye’nin daimi üyeliği için yürüttüğü çalışmalar sonuç vermeye başlamıştır. Yeni dönemde kurulacak güvenlik ve iş birliği mimarisinde, Türkiye’nin merkezde yer alacağı ortak stratejik yol haritası şekillenmektedir.
İran’ın yeniden güçlenmesinde en önemli unsur, Türkiye ile kuracağı stratejik ortaklıktır. Aynı şekilde, İslam dünyasında ayağa kalkmak isteyen tüm devletlerin Türkiye ile iş birliği yapması, hızlı bir toparlanmanın önünü açacaktır.
Türk dünyasının savaş, bölünme ve krizlerle boğuştuğu bu dönemde, Türkiye tüm kardeş ülkelere el uzatmakta, onları yeniden ayağa kaldırmak için siyasi, askeri ve diplomatik her türlü desteği sağlamaktadır. Türkiye ile ittifak hâlinde hareket eden ülkelerin, ortak adımlar atmaları durumunda güçlü bir şekilde yükselmeleri mümkündür.
Savunma sanayiinden silahlı kuvvetlere kadar birçok alanda güçlü bir yapı kuran Türkiye, bu çabalarını ortak bir askeri güce dönüştürmek isteyen bazı ülkelerle iş birliğini artırmaktadır. Bu kapsamda, uzun menzilli nükleer füze geliştirme çalışmaları da gündemdedir.
Mustafa Şentürk
Araştırmacı-Yazar