Çoğumuz; müslüman bir anne-babadan doğduğumuz; müslüman bir çevre – kültürde yaşadığımız için, müslümanız!

            Din’le ilişki ve bağımız da; haftada bir Cuma namazına gitmek, bazen oruç tutmak… Ve cenaze, bayram namazına gitmek… gibi; arasıra yaptığımız, bazı “form, ritüel ve şekiller” üzerinden yürüyor.

           Hatta bazımızda bu da yok. Yani: “Cami” gibi, bazı mekân ve zamanlarda yaşadığımız; sınırlı, “part-time” bir müslümanlık bizimkisi!

            Bunun olağan bir sonucu olarak; kırmızı ışıkta geçmemiz veya yolun kenarında durmak mümkünken; “yolun ortasında durup, yolcu indirmemizin, arkada bekleyen insanların zamanlarından çaldığımız ve bunun kul hakkına girdiği ve günah olduğu / olabileceği” gibi, soru ve düşünceler; “elhamdulillah müslümanım” diyen bizler, için; çok ütopik ve anlamsız gelmekte! Dahası: Bütün bu sorular, akla bile gelmemekte! Yani: Bunların din’le, (daha doğrusu Rabbimiz’le) bağını görmüyoruz bile!

            Verdiğimiz bu örnekleri çoğaltabiliriz:

            Sınavda kopya çekmeyi normal gören ve hatta bunu bir maharet gibi, açık açık ve ballandıra ballandıra anlatan, bir öğrenci…, İçtiği içki, gittiği yer, çıktığı kişileri, övünerek anlatan kişi…, İşçinin maaşını geç vermeyi veya alacaklısına, borç ve ödemesini ne kadar geciktirirse; bunu kâr gören bir esnaf / iş insanı…, Akşam mesai bitiminde, çalıştığı bilgisayarı kapatmayan veya çeşme-lâmba-klimaları kapatmayan ve kontrol bile etmeyen bir memur…

             Veya: “Allah’ın kelâmı” deyip; “vahyettiği ayet, iki boyutlu yazılı mushaflara”, abdest almadan dokunmayıp; okumak için elimizin bile uzanamayacağı çok yükseklere asan bizler; vahyedilmiş “kelâmî âyet” olan Kur’ân-ı Kerîm’e gösterdiğimiz, bu saygı ve hürmeti; “Allah’ın yarattığı mahlûk ve üç boyutlu”, “kevnî âyetler”i olan; bastığımız ot/ çiçek ve gördüğümüz hayvan veya karşılaştığımız insanlara göstermiyoruz!

              Kaçırdığımız vergi, geç kaldığımız mesai, kaynak yaptığımız trafik ve market sırası… Kısaca hiçbir davranışımızda; inandığımız din, ahlâk ve kul hakkı, günah/sevap bağlantısı… Bütün bunlar, hiçbirimizin aklına gelmiyor! Yani: İnandığımızı söylediğimiz din; hayat ve davranışlarımızı, algı ve anlayışımızı belirlemede, en son sıralarda bile gelmiyor!

              Bundan daha ilginci: Birkaç dakika sabredemeyip kırmızı ışıkta geçen yaya veya sağ/sol sinyali vermeye bile üşenen şoför veya öğrenci olmadığı hâlde, öğrenci akbil / bileti kullanan kişi…

               Hasılı; bu ufak ve basit ve zahmetsiz kurallara bile uymayan ve neredeyse her gün ihlâl eden bizler; sonra tutup, yasa ve kurallara uymayan yöneticilere lâf söylemeyi, kendimizde hak olarak görüyoruz! Dahası, bu tutarsızlık ve çelişkinin farkında bile değiliz!

               Otobüse üç kuruş ucuza bineceğim veya çayı ucuza içeceğim diye, yaptığımız bu hile ve aldatma ve hırsızlıklarımıza bakmadan; sonra milyar çalanlara kızıyoruz!

               Halbuki biz üç kuruş için, inandığımız değerleri satıyoruz! Üç kuruş için bunu yapan; üç milyar çalanı, kızmak ve eleştirmekte bir tutarsızlık görmüyor! Üç kuruş için bunu yapan; yarın o mevkiye kendi geldiğinde, üç milyar için yapmayacağını düşünmek; biraz fazla iyimserlik olur gibime geliyor!

            Veya: Namazın önem ve ehemmiyyeti hakkında saatlerce konuşup/yazıp, yüzlerce ayet/hadis ve argüman, alegori ve metafor sıralayan ama namaz kılmayan bir insan düşünelim. Sizce bu insan, namazın önem ve değerini biliyor mu? Hayır! Çünkü: Bu kişi; bir yerlerden okuyup, aklen ezberleyip, hafızasına nakşettiği bir malumatı tekrarlıyor sadece! Böyle bir kişi, ancak; namazın, “dindeki önemini” biliyor demektir! “Kendinde önemi” yok, kendi için önemsiz demektir! Yani kendi içinde, iç uzayında; namazın önemi sıfır, değerini bilmiyor demektir!

               O kişi için; namazın önem ve ehemmiyyeti hakkında, kitaptan/okuldan öğrendiği bir kısım malumat; kendi, iç/sübjektif uzay küresinde; bir hisse karşılık gelmiyor; kendisinde bir his uyandırmıyor demektir. Yani modern ifadeyle; “qualia”sında, bir karşılığı yok demektir!

               Kabul edelim: Çoğumuz, bu farazî şahıs gibi; dilde “âlim” ama hakikatte, cahiliz! Dışa doğru âlim ama içe doğru cahiliz. Rasyonel ve analitik temelde; öğrendiğimiz bir sürü malumatın, yüzeydeki dil ve zihin alanında açtığı bir ‘genişlik’ var ama duygusal ve kalbî temelde;yani bilinçaltı/dışı temelde, herhangi bir ‘derinliğimiz’ yok. Sanki mümin/müslüman idrakimiz ölmüş veya hiç olmamış gibi!

              Bu neden böyle? Çünkü: İslamî bilgi ve inançlarımızın; kesin inanç ve eminlik boyutu eksik. İslamî malumat ve bilgilerimiz ve bu bilgilerimize, inanç ve güvenimiz; “zan” derecesinde yani. Ne demek “zan”?:

             Aklıma daha iyi bir örnek gelmediği için, bunu veriyorum: Sigaranın zararları hakkında bir sürü malumat ve bilgisi olup ama sigara içmeye devam eden birisine benziyor halimiz. İşte böyle bir kişi; sigaranın zararlarını “bilmiyor” demektir. Sadece; sigaranın zararları hakkında, çevreden/kitaplardan, gördüğü / duyduğu bir takım sözleri “ezberlemiş/ öğrenmiş”; sadece bu “ezberini tekrar ediyor” demektir. Çünkü: O kişi, sigaranın kendisine verdiği zararı, halâ “farketmemiş, hissetmemiş” demektir. Yani: Subjektif alanında, sigaranın sağlığına verdiği zararı “tecrübe etmemiş veya farketmemiş” demektir. O kişinin iç uzayında şu bilgi kayıtlı, şuna inanıyor yani: “Evet, sigara zararlı bir alışkanlık ama şimdilik, bana bir zarar vermiyor; bilâkis, keyifli bir zevk veriyor…”

             Yani: En bilimsel ve objektif bilgilerden biri olan; sigaranın zararlı olduğuna bile, “görmeden” inanmıyoruz! “İlmelyakin öğrendiğimiz” bu bilmeyi; “aynelyakin görmeden” veya kendimizde bizzat tecrübe edip, “hakkalyakin yaşamadan, hissetmeden”; bu kuru “objektif bilgi”,nin; bizi amel ve eyleme sevkedecek bir enerjisi olmuyor. Teorik/ entelektüel aklımızla öğrendiğimiz bu kuru bilgi; bizi, amel ve eyleme sevk ve motive etmiyor.

              Hasılı: Hafızamızda, öğrendiğimiz bir sürü kelime ve kavram uçuşuyor ve bunları konuşurken, yazarken kullanıyoruz ama bu kavramların, “algısal ve hissî anlam ve karşılıkları” yok içimizde. Bu sözcüklerin, sadece “sözlük anlamları”nı biliyoruz. Rasyonel /entelektüel aklın anlayacağı seviyeye indirgenmiş ve düşürülmüş, sığ ve dar anlam ve temsillerini biliyoruz yani.

             Yani: Bu öğrendiğimiz kavram ve bilgiler; öznel, enfüsi dünyamız ve qualiamızda, bilinçaltı/dışı ve kalbimizde, bir hisse karşılık gelmiyor; bir algı ve his ve çağrışım uyandırmıyor. Bu neden böyle?

              Çünkü: Afaktan, dışarıdan, kitaplardan öğrendiğimiz bu teorik kavram ve bilgilerin, “anlam ve önem ve değeri bilgisi”ni; “rasyonel / entelektüel / teorik / nazari aklımız” bilemez. Bilemediği gibi, anlayamaz da. Çünkü: “Rasyonel Akıl”; dış dünyadan kendisine gelen bilgiyi; böler /toplar, çıkarır; yani üzerinde dört işlem yapar.

              Kendisinde örnek ve numunesi bulunmayan ama bir şekilde, dış dünyadan kendisine gelen, bazı yabancı veri ve bilgileri de; bildiği şeylere kıyas ederek; yani temsil ve benzetmelerle, anlamlandırmaya çalışır. Fakat, temsil / modelleme yöntemiyle yaptığı bu anlamlandırma sonucu, elde ettiği “anlam;” o öğrendiği kavramın, dışarıda temsil ve işaret ettiği gerçeğin, birebir aynısı değildir. Çözünürlüğü ve netliği düşürülmüş, fulu bir görüntüsüdür ancak. (Ayhan Küflüoğlu’ndan alıntı) 05.07.2023

Dikkat!

Yorum yapabilmek için üye girşi yapmanız gerekmektedir. Üye değilseniz hemen üye olun.

Üye Girişi Üye Ol



Günebakış Trabzon Haber