Geçenlerde bir gazetede okumuştum. ÖĞDER Genel başkanı “sistem çocuklarımızı EĞİTMİYOR, ÖĞÜTÜYOR” demişti. Bu tespite katılmamak mümkün değil. Çocuklarımız birçok yönden eğitilmiyor, öğütülüyor.

               En başta verilmesi gereken insan hakları, insana saygı, adalet, doğruluk, dürüstlük, yardımlaşma, merhamet, tarih bilinci, büyüğe saygı küçüğe sevgi, çevre bilinci, bitki ve hayvanlara sevgi ve saygı, adab-ı muaşeret/görgü kuralları, sağlık bilgisi, çalışkanlık, ilmi ve bilimi sevme, yerli, milli ve İslami değerleri benimseme ve daha birçok konuda temel insani değerlerin hiçbirini veremiyor, bu konularda eğitemiyor, öğütüyoruz. Veya ailede, sokakta, i.net ve tv.larda öğrendiği bu kötü huyları eğitimle düzeltemiyoruz. Kopyayı/hırsızlığı öğrenerek eğitime başlıyor, her türlü argoyu, küfrü, yaramazlığı ve kabalığı maalesef ekseriyetle sokakta ve okullarda öğreniyor, bu hastalıkları okullarda ve sokaklarda kapıyorlar.

                                                     HANGİ DİN, HANGİ İSLAM?

                   DİN/İlahiyat erbaplarının, hocalarımızın, İlahiyat pıroflarımızın;  her biri ayrı bir yerde, pazarcı, seyyar satıcı gibi Din anlatmaları/satmaları, doğru söyleseler( çoğunda doğrular var ),  her birinin söylediğinde doğrular olsa bile, faydası olduğu kadar, zararı çok daha büyük oldu. Tereddüt, şüphe, kafa karışıklığı, evham, güvensizlik, itibarsızlık oluşturdular. "HANGİ DİN" "HANGİ İSLAM" sorusunu sordurur hale getirdiler!

                  Yıllardır yazdık, uyardık. Hakaret, tehdit ve aşağılama aldık! DİNİ KONULAR, OTORİTERLERİNİN BERABERCE BULUNDUĞU BİR MECLİSTE, ŞURADA TARTIŞILIR, ORTAK SONUÇ HALKA ARZEDİLİR DEDİK. Konu hakkında bilgi sahibi olmayan, geniş halk kitleleri önünde, avamın önünde tartışılmaz, Din pazarcı edasıyla anlatılmaz, ayağa düşürülmez, rastgele sokağa saçılmaz dedik. Din/İslam reyting malzemesi, şöhrete, beğeniye, desinlere, egoya alet edilmez, kurban edilmez dedik. Duyan olmadı, duyanlarda egolarından vazgeçmedi ve sonuç ortada. Deizm, dinde lakaytlık, hafife alma, kafasına göre takılma v.s. Geçmişte hangi laiklik, hangi Kemalizim soruluyordu, şimdi bu!

                                                     MÜZMİN MEZHEPÇİ VE PARTİCİ BAKIŞ!

            Müslümanlar "mezhepçi" ve yeni mezhep, yeni tarikat haline gelen  "partici" bakıştan, mezhepçi ve partici önyargıdan bir türlü kurtulamadılar. Mezhep ve parti, Dinin önüne geçti. Parti liderleri; mezhep imamı, tarikat şeyhi yerine ikame edildi. Aynı bağlılık, aynı rabıta, aynı dokunulmazlık, kusursuzluk, ne söylerse “vardır bir hikmeti”, “günahsızlık” atfedildi. Bu bakışın temelden yanlış olduğu gün gibi ortada iken! Yaşayarak test edilmesine, sayısız örneklere rağmen!  İslam dışı ve çok acı sonuçlara, tecrübelere rağmen.

                                               CAMiLER NEDEN KAPALI?

             Kahveler, kafeler, lokantalar, otobüsler, dolmuşlar ve daha bilmem neler açılmasına rağmen, çok daha geniş, sosyal ve fiili mesafenin çok daha rahat ayarlanabileceği, insan yoğunluğunun da en az olduğu camiler neden kapalı?

              Bunu anlamak, algılamak, bir nedene bağlamak mümkün görünmüyor. Kapalı olacaksa, böyle bir tedbir gerekiyorsa, hepsi kapansın. Ama açılacaksa, en önce camiler açılmalı. Zira, tedbirli olarak fonksiyonunu icra edebilecek ilk yer camilerdir. Kaldı ki, çok daha kalabalık olan Cuma serbest kaldıktan sonra, hatta öğle ve ikindi serbest kaldıktan sonra, kalan üç vakit hangi tehlikeyi barındırıyor, anlayamadık.

              Camilerin uzun süre kapalı kalması, insanları camiden soğutur, camiden, cemaatten koparır, camisiz hayata hazırlar. Zaten az olan cemaati, daha da azaltır. Buraya dikkat! Daha fazla gecikmeden, geciktirmeden camiler beş vakit açılmalıdır.

                                             ORTAHiSAR CAMiİ

                Orhan Kiliçoğlu facebook’ta “Tırabzon Kimsesiz Kaldı” yazısında, rahmetli Ali Ulusal’dan haklı övgülerde bulunduktan sonra, Ortahisar camiindeki onarım tahribatına değinerek, koca Tırabzon’da tek bir kişinin bu duruma ses çıkarmadığından yakınarak, sadece Ortahisar camiini konu alan ve katıldığım  aşağıdaki bölümü arzediyorum.                

             “1461 de Fâtih Sultan Han’ın Trabzon’u fethinin sembolü olan ORTAHİSAR CÂMİİ’nin dış cephe sıvalarını kazıyarak tekrar kilise şekline döndürürken koca Trabzon şehrinden en ufak bir itiraz yükselmedi.

                   Câminin iç sıvalarını da kazıyarak Hıristiyanlığın sembolleri olan resim ve ikonaları da meydana çıkardılar. Bütün bunlar yapılırken Fâtih Sultan’ın fethinin sembolü olan câmii 5 yıl gibi uzun bir zaman ibâdete kapattılar!

                   İŞİN EN İLGİNÇ TARAFI İSE; Resim ve ikonalar kıble yönü duvarında olduğundan, cemaat bu resimlere dönerek namaz kılıyorlar. İkonalara dönerek namaz kılan cemaat, şayet câminin içinde birisinin cebinden düşürdüğü Atatürk rozetini görmüş olsaydılar, ayağa kalkıp ‘’burada namaz kılmak günahtır’’ diye topluca câmiyi terk ederlerdi.

                 Koca Trabzon’dan neden mi bir ses yükselmedi? Çünkü Trabzon’dan 2. Bir ALİ ULUSAL çıkmadı! Şayet Ali Ulusal Hoca hayatta olmuş olsaydı; Kilise şekli verilen Ortahisar Câmii’nin önünde tek kişilik bir protesto mitingi yapar ve Trabzon şehrini KİLİSECİLERİN başlarına yıkardı!”

                                                    YÖNETiM KURULU ÜYELiKLERİ

              Eskiden beri, halkın tepkisine neden olan ve mide bulandıran “Y.K.üyelikleri” bir türlü kaldırılamadı veya hakkaniyete uygun hale getirilemedi.

               Eskiden beri, gerek halk arasında ve gerekse basında “Arpalık” olarak nitelendirilen bu üyelikler, bir yandan ehil olmayanların, sırf ikinci, üçüncü maaş takviyesi için atandıkları, diğer yandan ehil olsa bile, bunca ekonomik darboğaza, işsizlik, açlık ve yoksulluk sınırında milyonlarca insanın olduğu geçmişte ve bu

+-3zamanda, buralara ikinci ve üçüncü maaş için atamalar yapılması, çok haklı olarak tepki doğurmakta, şikayede mazhar olmaktadır.

              İlle de bu üyelikler olacaksa, belediye meclis üyelikleri gibi, toplantı başına 300-500 TL. lik huzur hakkı verilerek halledilmelidir. Çift maaş hiç kimse almamalıdır.

                “Biz bize yeteriz” kampanyası ile halktan para toplanırken, bir yandan da buralara para harcanması, Yeditepe konserleri ile milyonların belli bir kesime aktarılması dikkatlerden kaçmıyor ve tepki topluyor. 18 Yıldır oy vermemizin sebebi, bunlar değil, bu lüks ve israfların önüne geçilmesi, gelir dağılımında adaletin sağlanması içindir.

                                                           AYASOFYA CAMİİ BİLMECESİ!

               Türkiye siyasetinin son elli yılını bilirim. 50 Yıldır “Ayasofya açılsın” tartışmaları hiç bitmedi ve bu konu bizi bıktırdı. Ayasofya meselesi bu kadar siyasi tartışmalara, iç çekişmelere konu edilmemeli, uhuletle ve suhuletle açılmalıydı, açılmalıdır.

                 Bizim kendi içimizde bunu uzun yıllar tartışmamız, bu konuda çekingenlik ve zafiyet doğurmamız, hiçbir ilgi ve alakası olmayan dış mihrakları da cesaretlendirmiş, egemenliğimize müdahale olan beyanatlarda bulunma cüretini kazanmışlardır. Bir şey yapabilecekleri için değil, söz söylemeleri bile iç işlerimize müdahaledir. Daha fazla uzatmadan, siyasete malzeme etmeden açılmalıdır.

                                             SÜMELA VE AKDAMAR

               Ayasofya’nın bugüne kadar ibadete açılmaması kadar bir diğer çok büyük bir yanlış da, Sümela, Akdamar ve varsa diğer yerlerin  senede bir gün, o bölgelerde tek bir Hıristiyan cemaat olmamasına rağmen, başka yerlerden ve yurt dışından geleceklere ayine açılmasıdır. Bu da bir nevi egemenliğin kısmi devri, tapu aidiyetidir. Bu durum da Ayasofya ile ivedi değiştirilmeli, düzeltilmelidir.

Dikkat!

Yorum yapabilmek için üye girşi yapmanız gerekmektedir. Üye değilseniz hemen üye olun.

Üye Girişi Üye Ol



Günebakış Trabzon Haber