Herkesin bildiği meşhur bir Hadisi şerif de Usame b. Zeyd’ den naklen şöyle der: Allah Resulü (a.s) bizi cihada göndermişti. Cihat esnasında ben bir adama yetiştim. O, “Lailahe illallalah” dedi. Ben kargımı ona sapladım ve öldürdüm. Bu işten gönlüme bir şüphe düştü. Sonra bunu Hz. Peygamber’e anlattım. Allah Resulü ( a.s ) : “Lailahe illellah dediği halde onu niçin öldürdün?” diye sordu. Ben, ey Allah’ın Resulü! O, ölümden kurtulmak  için söylemiştir, dedim. “ONU KALBİNDEN SÖYLEYİP SÖYLEMEDİĞİNİ BİLMEN İÇİN KALBİNİ Mİ YARDIN?” buyurdu.

            Ondan sonra da şu ayet nazil olmuştu:

            Ey iman edenler! Allah yolunda savaşa çıktığınız zaman iyi anlayıp dinleyin. Size selam verene, dünya hayatının geçici menfaatine göz dikerek «Sen mümin değilsin» demeyin. Çünkü Allah'ın nezdinde sayısız ganimetler vardır. Önceden siz de böyle iken Allah size lütfetti; o halde iyi anlayıp dinleyin. Şüphesiz Allah bütün yaptıklarınızdan haberdardır.”  Nisa, 94

             Ayet ve hadis açıkça göstermektedir ki; insanların beyanı esastır ve kalpleri ancak Allah bilir.

             Buna rağmen siyaset çevrelerine ve bu siyasetin tabanında yer alan üye ve sempatizanlarına, daha doğrusu “PARTİ MÜRİTLERİ” nin tavrına, yazılı, görsel ve sosyal basında  baktığımız da, kalpleri yarıp bakmış gibi hareket etmekte, her türlü yargı ve yaftayı, hatta “dinden çıkarmayı” bile çok rahat yaptıklarını görmekte, özellikle Müslümanım diyenler için bu durumu dehşetle izlemekteyiz.

                                                         MASUMİYET KARİNESİ

          Suç kesinleşmediği, yani; yargılama tamamlanıp cezası belli olmadığı sürece kimsenin “HÜKÜMLÜ VE SUÇLU” sıfatıyla değerlendirilemeyeceğini ifade eden, temel hukuk doktrinine “Masumiyet karinesi” denmektedir.

             Bu mühim ve kesin hukuk ilkesine rağmen, yazılı, görsel ve sosyal basında tam aksi hareket edilmekte, muhaliflere veya partisinin, cemaatının, tarikatının karşıtlarına her türlü itham yapılmakta, baştan suçlu ilan edilmekte, her türlü terörist yaftası giydirilebilmekte, hain ilan edilebilmektedir. Yine Müslümanlık adına bunun yapılabilmesi, inanç, iman ve Müslümanlığın ne hale getirildiğini, tamamen anlam dünyasından koparılarak, başka bir yere taşındığını, tahrif edildiğini açıkça görmekte, esefle izlemekteyiz.

                                                   BERAET-İ ZİMMET

              Bir başka  hukuk ilkesi de “beraet-i zimmet” tir. “Aksine bir delil bulunmadığı müddetçe, atfedilen suça yönelik bir delil bulunmadığı sürece, ya da bulunana kadar şahsın suçsuz oluşu “ dur ki, bütün hukuklarda geçerli bir hükümdür.

              Bu pencereden bakıldığında da, büyük bir garabet yaşanmakta, aklına geleni ve sevmediğini çok kolaylıkla “suçlu” ilan edebilmekte, bırakınız yargılamayı, daha ortada bir tutuklama, hatta dava açma bile olmadığı halde, muarız görülenler, siyasi rakipler, suçlu ilan etmeninde çok ötesinde “günah keçisi” hatta “odak” bile ilan edilebilmekte, düşmanca tavır ortaya koyulabilmektedir.

                                                 YARGISIZ  İNFAZ

            Herkesin bildiği, en basit hukuk ilkelerinden biri de, “yargısız infaz” yapılamayacağıdır. Yargılamak ta, itikadi, imani ve ameli  konularda Allah’a, beşeri hukukta da yargı kurumlarına, yani hakim ve savcılara aittir.

                   Hiç kimse kendisi yargı kurumu, hakim ya da savcı yerine koyup, yargılama yapamaz. Hele hele Allah adına bir yargılamada bulunması küfürdür.

                   Maalesef burada da büyük bir yanlışın içine düşülmekte, peşin hükümle hareket edilmekte, çok kolaylıkla, vazifeli ve yetkili olunmadığı halde yargılama yapılabilmekte, insanlar kolaylıkla infaz edilebilmektedir.

                                             HÜSN-Ü ZAN VE SU-İZAN

               Hüsn-ü zan; iyi kanaat beslemek, karşındaki hakkında iyi şeyler düşünmek demektir. Bunun aksi de “su-i zan”dır. Yani, onun kötü olduğunu düşünmek, hakkında negatif düşünmek demektir. Müslümanlar arasındaki ilişkilerin hüsn-ü zan üzerine kurulu olması gerektiği, esas olanın “hüsn-ü zan”  olduğu bilinmektedir. Müslümanın bir işinde veya sözünde birçok küfür alameti ile bir iman alameti bulunsa, hüsnü zan edip buna kâfir denmemelidir. Maalesef bu konuda da ekseriyetle Müslümanlar tersini yapmakta, su-i zannı esas almakta, Müslüman kardeşine, sırf siyasi ayrılıklar nedeniyle kolaylıkla su-i zan edebilmektedir.

                 Beşeri hukuklarda ve İlahi hukukta da geçerli bütün bu konularda bunca sapma, bunca YAFTALAMA, hangi AKLIN, hangi VİCDANIN ürünüdür?

                Ya da hangi DİNİN EMRİ?

                 Maalesef bütün bu temel esaslarda ve daha birçok imani ve itikadi konularda sapma, hatta cinnet hali yaşanmakta, Filistin, Irak, Suriye, Libya, D. Türkistan, Arakan, Yemen ve daha birçok yaşanmış felaketlerden ibret alınmamakta, maalesef küresel bir felaket, musibet ve uyarı olan KORONA’ dan bile ders çıkarılamamaktadır.

                 Mevla bütün bu olaylardan, hususen Korona’ dan  ders almayı, bütün ümmete ve insanlığa nasip eylesin. Bu musibeti insanlığın üzerinden kaldırsın ve KÜRESEL ZALİMLERİN BAŞINA MUSALLAT EYLESİN. Amin.

Dikkat!

Yorum yapabilmek için üye girşi yapmanız gerekmektedir. Üye değilseniz hemen üye olun.

Üye Girişi Üye Ol



Günebakış Trabzon Haber