banner240
banner237
banner238

                 Bir çıplaklık furyası başladı ki, almış başını gidiyor! 

                 Sınır tanımayan, sınırları sonuna kadar zorlayan bir açılıp saçılma! 

                 Tam olmaya çeyrek kalmış! 

                 Bu durumu inanç ve iman ile izah etmek zaten mümkün değil de, akıl, izan ve vicdan ile de açıklamak fevkalade zor. 

                Bir insan yatak odasında, mahreminde giyeceği kıyafeti, sokakta nasıl giyer? Neden giyer? Burada amaç nedir, ne olabilir? Ne yapılmak isteniyor? Niyet, hedef, beklenti nedir? 

                Kişinin bunda yararı, faydası nedir? Ne kazanıyor? Maddi ya da manevi ne elde ediyor? Böyle yapmakla, kendini, en mahrem yerlerini, kendine ve eşine ait ziynetini teşhir etmekle, toplum bir şey kazanmaz ve bu kesinde, kendisi ne kazanır? 

               Bir insanın ziynet yerlerini açık etmekle, kendini teşhir ettiğini, insanları taciz, tahrik ve teşvik ettiğini bilmez, anlamaz mı? Bunu yapmakla bütün bir topluma zarar verdiğini, bütün bir toplumu fesat ettiğini, kem gözleri üzerine çektiğini bilmez mi? 

                Böyle davranmakla bunu normalleştirmeye, olağanlaştırmaya, toplumu buna alıştırmaya, kanıksatmaya, dahası, ahlak, edep, haya, ar ve namus gibi kavramları aşındırma şöyle dursun, yerle yeksan etmeye hakkı var mı? Bu bir hak ve özgürlük olarak görülebilir mi? 

                Hani, “Kişinin özgürlüğü, bir başkasının sınırında bitecek,” başkasının özgürlük alanına girilmeyecek, tecavüz edilmeyecekti? Hani edep, hani haya, hani ar? 

                Sevda Türküsev’ in dediği gibi: “Bugün sosyal basında, çıplaklık kavramı üzerinden, çıplaklığı yani soyunmayı, bakın dekolte demiyorum, çıplaklığı, cesaret ve cesurluk kavramı içine sokup, bir nesli tamamen soyunur hale getirdiler. Bugün sosyal basına bakıyorsunuz, gencecik kızlar, evli kadınlar, zaten ben erkekleri de anlamıyorum. Bakın eskiden erkekler, hiç önemli değil, adam caminin yolunu bilmez, hayatında alnını secdeye koymamış kardeşim, karısını kıskanırdı ya! Şimdi erkekler, karıları yanında yarı çıplak, bazıları neredeyse çıplak, millete o karıyla hava atıyor! Erkeğin DNA’sı da gitti. Yani bunun inanmakla inanmamakla alakası yok. Ben insanım, bir lokanta da ya da halka açık bir yerde, yarı çıplak, neredeyse iç çamaşırını bir kadını görmek istemiyorum. Bu bir özgürlük değil. BU BİR SAYGISIZLIK, SORUMSUZLUKTUR.” 

                 Evet. Biz bu vaziyette aile mefhumunu ve kurumunu nasıl kurup, koruyup, yaşatacağız?  

                 Hani mahremiyet denen bir kavram, bir sınır, bir değer vardı? 

                 Hani “Özel hayatın gizliliği” söz konusuydu? 

                 Özel hayatında, kapalı mekanında haram veya helal, ne yaparsan yap. Ona kimse karışmıyor, karışamaz. Karışan, özel hayatı açık eden “tecessüs” yapmış olur ki, yasaklanmıştır. Dört şahit ile ancak ispat edilecek bir durumun, zaten ispatı mümkün değil demektir. Bu durum, özel hayatı açık etme, gözetleme, tikiz etme demektir ki, haram kılınmıştır. 

                 Ama herkesin gözü önünde, kamuya açık alanlarda, ortak mekanlarımızda, binbir şahidin huzurunda alenen bunu yapma be kardeşim! Bu ağır vebale girme! 

                 Sakın buradan, bu sınır tanımazlara zarar verelim, vatandaş olarak rahatsız edelim, sataşalım, hakaret edelim gibi bir algı çıkmasın! Asla ve kata böyle bir şey olmaz, olamaz. 

                 Sınır tanımazlık kadar, bu da men ettiğimiz çok daha ağır bir yaklaşım, hukuk dışıdır. 

                 Bu tip insanlara acıyarak, merhamet ederek, mümkünse tatlı dil ile konuşarak yaklaşmak insani vazifemizdir. Neticede bunlar insan, kardeşlerimiz, bizim insanımız. 

                 Sorunun köküne, temeline inmeliyiz. Sineklerle değil, bataklıkla uğraşmalıyız. 

                  Bizi bu hale kimler, hangi şartlar getirdi, onu araştırıp, onlarla mücadele etmeliyiz.  

                   İnancımızda, imanımızda, geçmişimizde ve tarihimizde, gelenek, görenek, adet, anane ve kültürümüzde böyle bir şey olmamasına rağmen, Batı kaynaklı, küresel kapitalizm ürünü bu yıkım bize nasıl ve nerelerden girdi? 

                   Hemen bazılarının “Gözlerine sahip çık” ucuz çözümünü, polemiğini ve palavrasını duyar gibiyim. Her insan nefis taşıyor. Allah insanları nefis ile beraber yarattı. İnsan denen canlıda bu nefis olduğu sürece “Gözlerini kapat, bakma” demek, hiçbir zaman yeterli olmamıştır, olmayacaktır. 

                        Şüphesiz herkesin nefsi de aynı değildir. Nefsin dereceleri olduğu gibi, nefsi kontrol altına alan inanç ve imanın da dereceleri vardır. Kimi çok, kimi de az etkilenebilir. Ama az veya çok herkes etkilenir. Etkilenmez diyen yalan konuşur. Hamaset yapar. 

                        Ülkenin başında bunca bela ve musibet varken, “korona” gibi küresel bir felaketi daha dün yaşamış ve hala yaşamaya devam ederken, küresel emperyalist canavarlar kapımıza dayanmış, içerden ve dışarıdan kuşatmışken, pahalılık, geçim sıkıntısı, işsizlik, terör gibi binbir bela ile uğraşırken, inanç, tarih  ve kültür coğrafyamız her türlü işgal, katliam, taciz, tecavüz, soykırım ile yerle yeksan olmuş, gözümüzün önünde feryatlar arşı alaya yükselirken, bütün bunlardan ders almayıp, etkilenmeyip, bütün bunları yok sayıp, nasıl açılıp saçılır, nefsi arzularımızın peşine düşer, nasıl bu kadar rahat olabilir, nasıl bu halde oluruz? 

                         Buna, önce herkesin kendisini hesaba çekerek, “Yahu ben ne yapıyorum, bu neye yarar, neye hizmet ediyorum” demesi gerekmez mi? 

                         Eğitimden başlayarak, çevre şartları ve iletişim dünyasına kadar almamız gereken tedbirler yok mu? Olmayacak mı? Yazılı ve görsel basının, “BANA BAK” üzerine kurulu moda sektörünün, i.net dünyasının bunda bir sorumluluğu yok mu? 

                           Dahası ve en önemlisi, devletin burada bir sorumluluğu, yapması gerekenler yok mu, olmayacak mı? 

                           Ülkemizde var olan partilerin tamamının bundan rahatsız olmadığını asla düşünmüyorum. Hiç kimsenin ve hiçbir partinin bunu onaylayacağına ihtimal vermiyoruz. 

                           Varsa onları da tanıyalım ve sandıkta gereğini yapalım. Bu durumdan, yine  ihtimal vermiyoruz ama çok az da olsa memnun olan varsa, kafalarının arkasında küçük bir ihtimal de olsa “kolay ulaşılabilirlik” var mı diye de düşünmek istemiyoruz! 

                           ORTAK İLKEMİZ;” KAPANMADA SINIR OLMAZ, AÇILMADA SINIR OLUR” ve “TESETTÜR BAY VE BAYAN HERKESE FARZ VE OLMAZSA OLMAZ BİR GEREKLİLİKTİR” olmalıdır. Açılmada sınırsızlığı savunan varsa, neden o zaman tüm değil de, sınır koyuyorsunuz? Demek siz bile sınırdan yanasınız. O zaman bu sınırı akıl, mantık, izan ve vicdan sınırlarına, özel hayata çekelim. 

                           TÜM PARTİLER, TÜM KESİMLER, SOKAKLARDAKİ BU YATAK ODASINI BİLE AŞAN ÇIPLAKLIĞA KARŞI ÇIKMALI, BU KONUDA HEMFİKİR OLMALILAR. BİRLİKTE HAREKET ETMELİLER. 

                            Ateist ve deistlerin bile bu durumu, çıplaklığın, alabildiğine bedeni teşhirin akla, mantığa, izan ve vicdana uygun bulmayacağından eminim. Zaten onlar bile sınır koyuyor, tümüyle çıplaklığı kabul etmiyorlar. Etseler sokaklar “uryan” olurdu. Demek ki, her halukarda sınır var. 

                            Bunca zulüm, bunca adaletsizlik, bunca eşitsizlik, bunca savaş, katliam ve bunca sapkınlıkla bu dünya ayakta durmaz, duramayacak, durmayacaktır. 

                            Yer altından kazıp çıkardığımız fosil medeniyetler bize ders vermiyor mu? 

                            Daha fazla geç kalmadan! 03 . 08. 2022

Dikkat!

Yorum yapabilmek için üye girşi yapmanız gerekmektedir. Üye değilseniz hemen üye olun.

Üye Girişi Üye Ol

banner1

banner220



Günebakış Trabzon Haber