YENİ YILA GİRERKEN..!

         
Yeni yıla gireli tam tamına 23 gün olmuş??
Benim için zaten çok da önemli olmayan yeni yıl şimdilerde tamamen anlamsızlığını pekiştirmekten başka bir şey değil artık hayatımda.. Radyoda çalan şarkıya kulağım yaklaşıyor acımı derinden bana hatırlatırcasına..


EŞİNİ KAYBETMİŞ KUŞLAR GİBİYİM,SENSİZ YOSUN TUTMUŞ TAŞLAR GİBİYİM,HAYRA YORULMAYAN DÜŞLER GİBİYİM,BENİ BU GÜNLERDE ARA NE OLUR…


Zaman akıp gidiyor günler birbirini acımasızca kovalıyor. Oysa benim için zaman 2 Aralık 2013 de babamın hastalığını öğrendiğim gün çoktan durmuştu. Takvim yaprakları birbirine küsmüş, saniyeler dakikalara hasret duran zamanda yirmi dört günlük serüvenimiz babamızın avuçlarımızın içinden kayıp gitmesiyle son buldu.
Sanki ben bir rüyadayım..!
Birileri bir şeyler için koşuşturuyor, bende varım aralarında ama gerçekte ben o ben değilim? Yoksa bir filmi ya da bir tiyatro sahnesinde miyim? sonu dramla biten bir oyunun figürasyonluğunu mu yapmaktayım bunu da bilmiyorum? Bildiğim tek gerçek beynimin donduğu, hissiyatsızlaştığı durgun bir halde oluşudur. Gözümde kirpiklerimin arasına sıkışmış akamayan göz yaşlarım saklı. Ağlamamalıyım, güçlü olmalıyım tek bildiğim şu an için bu. Babamın yanında hastanedeyim, onun incecik kalem gibi birazda hastalığından dolayı kilo vermiş vücuduna bakıp, ayaklarının ucundaki yerime sıvışmaya çalışıyorum. Üşüdüm diyen sesle irkilip ayağa kalkıp üzerini örtüyorum, camın kenarına doğru olan yatağından gecenin sessizliğini ararcasına dışarıya bakıyorum. Tıpkı çocukluğumda babamın iki katlı sarı boyalı, sobalı evimizde işten eve geliş saatini bekler gibi. Fakat bu sefer bir farkla; Hastanedeyiz! Onkoloji bölümünde iki kişilik odalara sıkışmışız. Zamanı durdurup güzel günleri geri getirmeye birbirimizi motive etmeye çalışıyoruz. Kah bir Türk sanat müziği parçası dinletiyorum ona ya da köydeki bir anımız takılıyor dilimizin ucuna. Gelecek günlerde ki, güllerle çiçeklerde bezenmiş çam kokulu dağ evimizden bahsediyoruz. Sonrasında uykumuz geldi diyerek uyumaya çalışıyoruz, pekte alışık olmadığımız gürültülü hastane ortamında.
Ah babam…!
Babacığım…ne kadar da az şey yaşamışız..! mutluluğu bir türlü yakalayamadan, ne çabuk geçmiş zaman.
Ve sen şimdi hastanede; amansız bir hastalığın pençesinde çaresiz savaşmaktasın. Belki habersizsindir hastalığından, kim bilir belki de haberdarsındır da ikimizde birbirimize oyun oynuyoruzdur, sadece yeni durumumuza alışmak için..
Perdeyi kapayıp daha fazla üşütmemek için seni, yatağa ayak ucunda ki yere sıvışmaya çalışıyorum. Aralık ayı hayli soğuk geçiyor, çünkü dışarda lapa lapa yağan kar senenin ilk karını bizimle buluşturuyor. Dışarda çam ağaçlarının üzerindeki kar manzarası değme tablolara taş çıkaracak cinsten. Keşke babamın sağlığı yerinde olsa da eline kağıt kalemi verip manzara resmi çizdirebilme imkanım olsaydı keşke..! çünkü, o harikulade manzara resmi çizerdi. Ah.. ah..! şimdi bu karın üstüne çıkıp çiğnemek vardı ya neyse.. Çocukluğumda oynamaya doyamadığımız kar topu atmaca oyunu aklıma geldi. Kar yürüyüşü yaparak kar havasını ciğerlerimize doldururduk ne güzel günlerdi o günler. Şimdi sanki hiç yaşanmamış yabancı gibiler…
Hastanelerde gece ile gündüz arasında ki farkı sadece camdan dışarıya bakarsanız anlarsınız. Çünkü, hastane koridorları, servis ışıkları, sabaha kadar yirmi dört saat açıktır beraberinde hareketlilik hiç bitmez. Hele de onkoloji bölümü gibi önemli bir serviste yatıyorsanız, kovuşunuza giren çıkanın hesabı yok gibidir. Hemşireler, hasta bakıcıları, paspasçılar, intörnler, asistanlar, doktorlar..vs. Sadece bu trafiğe bakmak bile sizi yorgun ve bitap hale getirmeye yeterlidir. Bir yandan da bu koşuşturmayı umursamazsınız bile yeter ki umut olsun, savaşacak ömür olsun.. yeter ki..!
Evde odamdayım sağ kulağımda zil sesi gibi bir çınlama, sanki tansiyonum düşüyormuşçasına bir baş dönmesi oluyor bende. Zaman-mekanlar arasında gidip gelen duygularım uyuşmuş bir şekilde başımıza gelenleri kavramaya çalışıyor. Kah algılıyorum kah zaman durmuş benim duygularımsa donmuş gibi. Sonra kendimi toparlamaya çalışıyorum radyoda ki şarkı devam ediyor bende sözlerinde ki inceliğe kulak kesiliyorum.


HİÇ BİR ŞEY KAR ETMEZ DELİ GÖNLÜME,YALNIZ HAYALİNLE TESELLİ BULURUM.ÖYLE HASRETİM Kİ BİR DOST SESİNE,BENİ BU GÜNLERDE ARA NE OLUR.


Babamı hastaneden iki günlüğüne doktorundan izin alarak kız kardeşimle eve götürüyoruz. Eve geldiği için çok mutlu oluyor, huzurlu çünkü insan nede olsa yatağını ev ortamının rahatlığı arıyor. Fakat, amansız melun hastalığı ona imkan vermiyor ki, evde rahatsızlanıyor kalp atışları 160-170 arası adeta tavan yapıyor. Apar topar o iki gün boyunca acillere taşınıyoruz. Tıp fakültesinin acilinde sabahladığımız bir günümüzde, Malatyalı olduğunu öğrendiğimiz acil doktoruna güfte karının Malatyalı olduğunu bildiği bu şarkı sözlerini şiir gibi okuyor kısık sesiyle, benim temiz kalpli, iyi niyetli babam..! Doktor hayretler içinde dinliyor ama şarkıyı bilmediğini söylüyor doğal olarak yaşı gereği. İşte bu kadar ince  şair ruhlu, edebiyatı, tarihi, coğrafyayı, resim yapmayı, doğayı seven biriydi benim babacım.. Tüm inceliklerimi sanata karşı yeteneğimi ondan aldığım, onunda benimde değerlendiremeyip boşa gittiğimiz meziyetimiz, ortak gerçeğimizdi içimizde yaşayan hep ukte kalan bu ruhumuz.. Zaman zaman oda bende kalemi elimize alıp eskisi kadar olmasa da; şiirler, yazılar yazdığımız olurdu hiçbir iddiamız olmadan.
Ah babacığım..!
Şarkının son kıtasını dinliyorum, sözleri her şeyi noktalıyor. Üstüne söylenecek söz bırakmıyor ki..?


BENİM YOLUM ARTIK BİR ÇIKMAZ SOKAK.NAZINI, İŞVENİ BİR YANA BIRAK.DUYMAZSAN SESİMİ KALBİM DURACAK.BENİ BU GÜNLERDE ARA NE OLUR..?


Senin de hastalığının sonu yoktu artık, çünkü biz çok geç kalmıştık. Farkında olamadın, olamadılar, olamadık babam..! Oysa her şey çok farklı olabilirdi. Bizde biraz daha hayatı dikkatlice yaşasak en azından biraz daha yol alabilirdik keşke demeden anlasak..
Bilmeni isterim bizde özlem, hasret duvarında bir çıkmaz sokaktayız. Sendeleyip yolumuzu bulmaya çalışarak senden sonraki emanetlere sorumluklarımızı yerine getirmeye çalışıyoruz babam..!
Yalnızlığıma yalnızlık ekledin, sensizliğime sensizlik. Seninle kurduğumuz hayallerimiz, planlarımız.. Köyümüze gidişlerimiz, fundalıkların arasından geçerken önümden senin dikenleri temizleyip yollumu açman. Böğürtlen, dağ çileği toplarken söylediğimiz şarkılar, okuduğumuz şiirler şimdi hep yarım kaldı babam..! Diktiğimiz sekoya, çam ağacı, pembe reçel gülü yolunu bekler kökleri tazelenmek ilgi ister. Yaptırdığımız asma çardağının altında daha bir kez oturmadık ki, incir ağacının altı seni bekler kökleri sana dua eder üzerinde kıldığın namazlar için.. Kısacası her şey sensiz boynu bükük ve öksüz kaldı babam..!
Sana sıkıca gerçekten ne çok sarılmak; senin de bana gösteremediğin sevginin sıcaklığında şımarıp bunalmak böyle bir duyguyu yaşamak isterdim. Ama artık her şey için çok geç, kara toprağa bakıyoruz şimdilerde yaklaşık bir aydan beridir. Senin sesini duymak, bizi görmen umuduyla.. Ne ses geliyor ne gördüğünü biliyoruz, sadece bol bol dua ediyoruz Yaradan’ın aracılığı ile sana ulaşmasını diliyoruz.
Günler geçiyor sen bana gelmiyorsun. Gece sabaha ulaşıyor sen yoksun. Kahvaltı masasını hazırladık sıcak ekmeklerin yok.. artık olmayacaklar da. Direniyoruz hayata kimimiz kızgın, kimimiz kırgın ve suskun. Kısacası babam; senden sonra evde  hepimiz karakterine göre farklı farklı tepki gösteriyor sensizliğine..! Seyrederken akıp giden geçen zamanı; alışmaya çalışırken, gözlerimiz hep seni arıyor, hıçkırıklar bırakmıyor bugünlerde yakamızı babam..!
Sen gidince öyle bir hasta oldum ki; bağışıklık sistemin çöküp adeta infilak etti, bir türlü iyileşemiyorum. Sanki seni unutturmak istemiyormuş da kanayan yarama tuz basıyormuş gibi.. Odamın kapısını açmadın babam.. bana nasılsın diye sormadın, nane limon, ıhlamur yapmadın babam..!
Caddeler, sokaklar, Pazar yerleri bom boş görünüyor gözüme şimdi. Biri eksik ya da sanki hiç yaşamamış gibi.. Yalan bir aldatmaca geliyor insana, sanki beraberce kötü bir rüya görmüşüz gibi. Aaa bu arada, manavcı kadir abinin selamı var sana, uzun zaman oldu uğramadı bana diyor.. selam Allah’ın selamı, benden söylemesi babam..!
Soluk alamadığım an kilitleniyor zaman sende duruyor bir daha babam..
Nasıl oldu da doymadan, doyamadan göçüp gitmişsin bilmem.? Kara toprak fısıldıyor kulağımıza giden geri gelmez ki. Baka kalıyoruz tekrar tekrar, dualarımıza sığınıyoruz. Seni her özledikçe yine yanına geliyoruz, olurda hani belki görürüz diye?
Kabullenmek, hazmetmek zor.. Oysa ki yaşanan yıllara bakınca yetmiş yıl geçmiş yaşından babam..! Ne sığdırabildin, ne yaşadın yada yaşayamadığımız her ne varsa; şimdi intikam alıyor zaman mutluluklarımızı, paylaşıp bölüşemediğimiz hayatlarımızdan..
Sığındığımız liman yok.. sessiz, sensizlikle yol alacak olan yeni bir sayfa koca bir hayat var önümüzde, Yaradan’ın verdiği kadarıyla yazdığı kader çizgimizde.. Artık her şeyin üstesinden kendimiz gelmeliyiz; kızıp kavga edeceğimiz, tartışıp doğru yola ulaşabileceğimiz ailemizin büyüğü babamız yok artık, önümüze gelecek olan dikenli yollarımızda.
Ne söylesem boş babam..! kime şikayet edebilirim ki? Hayat sunulmuş bir armağan insana. Sınıfta kalmadan güzel hakkıyla yaşayana, bölüşüp paylaşana ne mutlu.. Biz bu şansı değerlendiremeden göçüp gitti zaman. Şimdi sen bam başka bir alemde soluklanmaktasın. Bu dünyada kaybettik belki babam.. ama öteki dünyada buluşmayı, bizi güzel bir şekilde karşılaşmayı nasip etsin YARADAN..!

Kızın: EBRU DİLEK KARAHASAN..

Dikkat!

Yorum yapabilmek için üye girşi yapmanız gerekmektedir. Üye değilseniz hemen üye olun.

Üye Girişi Üye Ol



Günebakış Trabzon Haber